16 Ağustos 2013 Cuma

Karakter Aşınması - Richard Sennet

Çeviri: Barış Yıldırım
Benimle çok da ilgisi olmayan sıkıcı bir kitap demek isterdim bu kitap için.. Hatta okumak için ödünç aldığım nadir kitaplardan biri olsa da hiiiiç sevmedim diyebilirdim.  Muhtemelen bir kaç yıl önce ödünç aldığımda ve yarım bırakıp bir başkasına ödünç verdiğimde bu kitaptan vazgeçmeliydim. Geçmedim, hatta kitabı bitirince fark ettim ki, o zaman da yarım bırakmamışım lakin doğru zaman değilmiş belli ki anlamak için.

Kim bilir kaç yıl önce kendisinden ödünç aldığım 'beyaz yaka'lardan bir arkadaşım çok övmüştü kitabı. Onun beğenilerine çok güvenirim, hevesle aldım. Okumaya başladım ve dedim benim kaygılarıma çok uzak bu kitap.. İçselleştiremedim bir türlü. Utancımdan geri de veremedim Verdiğimde sohbeti geçecekti, ne diyecektim? Bekledim…

'Beyaz yaka' familyasından bir başka arkadaş istedi bir süre sonra kitabı. Bir yılı geçkin de onda kaldı küçük gri kitapcık... Geri verdiğinde hiç konuşmadık hakkında. Okuyup okumadığından bile emin olamadım ya kendisini az tanıyorsam okumuştur, kolay kolay yarım bırakmaz eline aldığı şeyi -ki o şey bir kitapsa asla-.

Sonra gri sıkıcı kitap bir valize bilimkurgu ve fantastik kitapların arasına sıkıştı bir şekilde. Tatil uzayıp bütün kitaplar bitince çaresiz aldım elime. Aynı sıkıntılı ve anlamsız bakışlarla okumaya başladım ki ne bulayım, sandığım kadar da sıkıcı değilmiş ya bu kitap! Hatta son zamanlarda sıkça hakkında konuştuğumuz konularla o kadar ilgiliymiş ki..

Nasıl bir kafayla okumuştum acaba ilk aldığımda? Hele ki o zamanlar özel sektörün göbeğinden yenice kopmuş idim lakin eşim ve bütün arkadaşlarım o habitatın içinde familyalarının genlerini çözmeye çalışıyordular. Yeniydiler, toydular, çocuktular :)

Ben o sayfayı artık kapadığım için mi ilgilenmemiştim acaba? Oysa öğretmenlikten önce yaptığım iş, hayatımın en eğlenceli işiydi. Havalimanında Operasyoncu idim. Detaya gerek yok, ops derlerdi bize, uçağın altı üstü, salonların bilmem nesi, padişah pilotun nezaketi ya da buyrukları.. Hostu hostesi, yolcusu, işçisi, polisi, güvenliği falanı filanı.. Tam da şu kitapta geçen 'esneklik' ilkesine göre yaşadığım bir işti. Saydıklarımın hepsi bizden geçerdi, şu hani ilkokul matematik defterlerinde bir sürü kümenin kesiştiği bi küçücük kırmızıya taralı alan olur ya. İşte orada ops durur idi kanımca. Günün her saati operasyon olabilirdi, her saat gelip seni evden alabilirlerdi. Seve seve keyifle gidilmezdi elbette lakin gidilince hep eğlenilirdi. Ayrıca kitapta bahsi geçen bir çok şeyi derinlemesine yaşama fırsatı bulduğum da bir işti kendileri. Okul bitince bıraktım, biraz da sıkılmıştım sanırım. Küçük şehirlerde büyük şirketlerin kolları biraz da gross marketlerin mahallede bakkal şubeleri gibi işliyor galiba. İyi anlamda değil ama, karşıdaki oto tamirci asılıyor mesela :-P

Kitaptan söz edeyim artık, çok uzadı yine giriş galiba.

Yazar geçmişte yaptığı sosyolojik araştırmalar ve yapılan başka araştırmalara dair incelemelerinden yola çıkarak işin kişiliğimiz üzerindeki sürekli değişen etkisini anlatıyor aslında özetle. Hatta değişen dünyanın savaşlardan ve hastalıklardan daha çok kapital yoluyla –bizim tarafımıza yansıyan kısmı da iş olunca- şekillendiğini ve bu şekillenmenin bizleri bir yerde “ahlaksızlaştırdığını” anlatıyor biraz da.

Bunu yaparken kapağında yazdığı gibi yeni kapitalizmden ve karakterlerimizi nasıl etkilediğinden söz etmekle kalmıyor, geçmiş iş ahlakı, düzeni ve şekliyle ilgili de detaylı bilgiler vererek kıyaslama şansı da tanıyor. Esnek ve istikrarsız yeni iş düzenininden söz ederken şu sıralar doğru ve iyi olduğunu düşündüğümüz bazı kavramların aslında neyi temsil ettiğini açıkça yüzümüze vuruyor hatta.

Spontane kişilerin hayatları üzerinden verilen örneklerle şekillenmiş olduğu için algılamak da kolaylaşıyor garip teknik terimleri.

İşin evde yapıldığı zamanlardan -kalfa ve çırakların ustanın evinde yaşadığı, beraber yeyip içtiği zamanlardan-, şehir dışında kurulan fabrikalara geçişi ve dahası o fabrikalarda oluşmaya başlayan mavi yaka - beyaz yaka ayrımı ve zorluklarını, her ikisinin de günümüzde hangi durumlara sıkıştırıldığını ve bu durumun gerçekte kimin hayrına işlediğini kayda değer örneklerle betimliyor.

Sadece 'tu kaka kapitalizm' demiyor elbette. Neden ve nasıl bu duruma gelindiğinin, eski güvenlikli ve birikim üzerine kurulu dünyanın, nasıl risklerle dolu ve ön görülemez bir hal aldığının kısa bir özeti gibi.

Yapılan iş ve iş yapılırken kurulan ilişkilerin yüzeyselleşmesinden tutun da, komşuluk ilişkilerine kadar yansıyan sığlıklardan öyle derinlemesine ve sert bir dille -aslında sert değil de gerçekçi diyelim biz ona- bahsediyor ki... Verdiği örnek karakterlerin yerine koyuyorsunuz kendinizi, yaşı ilerlemiş ve hayattan sıkılmış bir bar sahibinin  nasıl reklam işine girdiğini ve bir yıl dayanamayıp bıraktığı yerden barına nasıl döndüğünü yaşıyorsunuz. O barı kendi barınız gibi özlüyorsunuz.. Bazen de bilmem kaç şehir ve iş değiştirmiş, hala genç olduğu halde içinin geçtiğini ve zamana yetişemediğini düşünen başarılı lakin bunun farkına varamayan bir mühendis oluyorsunuz. İşiniz ya da konumunuz her ne olursa olsun neden tatmin olamadığınızı bir anda kavrayıveriyorsunuz...

Modern kapitalizmin iş yönetimi anlayışıyla ilgili -uzun zamandır üzerine düşündüğüm bir konuya dair bir paragraf vardı ki aktarmadan geçmeyeceğim- çok önemli tespitlerden biri de şu kitapta;

            Takım çalışması masallarının yüzeyselliğinin insanları belirli bir biçimde baskı altına aldığı ortada. Montaj hattında arabaların son hızla ilerlemesi için işçileri kırbaçlayan patronun yerini takımdaki diğer çalışanlardan gelen baskı alıyor. Çalışanların işbirliği yaptığı masalı, şirketin doymak bilmez üretkenlik artırma çabasına hizmet ediyor.

Evet özel sektörde iş görüp de “takım çalışması” kavramını duymayan, bir “ekip lideri”ne sahip olmayan yoktur herhalde. Bu ilişkilerde hep yanlış bir şeyler vardır ama herkesin iyi niyetli olduğu ön bilgisinden yola çıkarak ters giden şeyin ne olduğu hep merak edilegelmiştir diye düşünüyorum. Ben şahsen cevabıma yukarıdaki cümle ve devamında gelen tespit ve yorumlarla kavuşmuş bulunuyorum.

Ayrıca lider ya da yönetici konumunda bulunanların garip bir durumu daha dikkatimi çekiyordu, sorumluluk almamak. Hatta sorumluluk alacak birini bulmak bir mesele halini almıştı sanırım. Hep bir üstten geliyordu talepler ya da şikayetler, ona da bir üstten ve üstten. Bill Gates’in Microsoft Türkiye’de çalışan Ayşe ile ne sorunu olabilirdi ki acaba? Bunu da bir başka paragraf açıkladı;

            Bir işten çıkarma süreci sırasında bir yöneticinin yorumu da şöyle idi "Hepimiz zaman ve mekanın kurbanlarıyız.".  Eğer sürecin sorumlu öznesi "değişim" olursa ve herkesin onun "kurban"ı olduğu ilan edilirse, hiç kimse sorumlu tutulamaz ve otorite ortadan kaybolur.

Kitap bu gibi tespitlerle çok açıklayıcı niteliklere sahip. Okumak size iyi gelecek mi, bilmiyorum. Okuyup depresyonunuzu arttırma olasılığı da var elbette. “Ne kadar az bilirsem o kadar az incinirim”cilerdenseniz, okumayın sakın. Nasıl sömürüldüğümüzü öğrenmeye ihtiyacımız yok diyorsanız, bırakın gitsin.
Lakin “bileyim, bildikçe tepki koyabilirim, kalkanımı güçlendirir gardımı alırım mutluluğa dair” diyebilecek kadar güçlüyseniz, sakın atlamayın okuyun bu kitabı.

Ben de artık okuduğuma göre asıl sahibine iade edeyim ve üzerine uzun uzun tartışalım.
Saygılar…


15 Ağustos 2013 Perşembe

Silmarillion - J.R.R Tolkein

Çeviri: 
Anlatmaya başlarken Shine filminde tanıdığım David Helfgott görüntüleri geliyor aklıma.. Onun hani şu sevindiğinde çocuksu diyebileceğimiz bir içtenlikle "oooovvv ovvv" diye cümleye başlaması var ya. Kahkahaları sonra. Onun gibi sevinerek başlamak istiyorum cümlelere, içten gelen bir sevinçle. Nasıl yapılır bilmiyorum ama, o hisler nasıl anlatılır bilmiyorum.

Kitabı çok geç okudum, utanarak söylüyorum ki Yüzüklerin Efendisi ya da Hobbit'i okumadım bile. Lakin Yüzüklerin Efendisini herhalde 10 kez falan zevkle izlemişimdir. En son da kesilmemiş versiyonunu Torrent sitelerinde bulup bir gece ve bir gündüzü ona vermiştim...
Yok bunu söylemek çok utandırıyor, söylemese miydim acaba? Dürüst olmalı ama :-/

Neyse Silmarillion'u kitapçıda gördüğümde almadan geçemedim yine. Yanında aldığım bir sürü başka türlü kitabı bunun öncesinde okudum çünkü korkuyordum.. Bir ara aldım elime, başladım cümlelere..

Ainur'un müziği yankılandı kulaklarımda. Önce anlayamadım. O kadar ağırdı ki müziği okumaya çalışmak.
Düşünün ki yazması ne kadar zor olmuştur kim bilir. Sonra bıraktım kitabı. Sehpada kaldı bir süre ayracı bile durmadan içinde. Bri gece sarhoş ve dost bir elin devirdiği bir çeşit Çin rakısında ıslandı, günlerce kurumadı,
sayfaları büzüşüp yıllandı bir kaç haftada. Sehpada güvenliği sağlanamayınca duvar ünitesinin en üstüne kaldırıldı.

Yaz geldi sonra, valize istiflendi. Akdenizin sıcacık havasında, bir çadırın gölgesinde çıktı valizden.. Sessizce açıldı kapağı ve müzik yankılanmaya başladı dalga seslerinin yanında..

Eru önce Ainur'u yarattı, Ainurun her birine bir meziyet verdi ve bir hayale sürdü onları. Hayalin ardından Ea'yı yarattı sonra da Ardayı. Ainurun müziği de yarattı dağları ve denizleri ve göğü ve yıldızları. İlk çağı başladı dünyanın. Ainurun içinde bir Melkor vardı, her bir Ainur'un gücünden biraz almıştı. En güçlüleri ve  tek hasetleriydi Melkor. Bir de Manwe vardı, Melkor'un kardeşi. Ainur'un söz önderiydi, güçlüydü ve bilgeydi. Tüm Ainur ve yardımcıları Maiar indi Arda'ya. Bedenlendiler Arda'da. Ainur'a ve Maiar'a da satırlar ayırmak gerek aslında...

İlk yaratılanlar geldi sonra. Onlar iyilik ve güzellik ve bilgelik ve estetikle donatılmışlardı. Elf dediler adına. İlk yaratılanlardan olmayı istedim ben de. Hem de on yüz bin milyon kere...

Melkor da gelmişti Ainurla ve büyük savaşlar başladı yaratılan cennette, Melkor yenildi ve kapatıldı derine. Yok edilmedi, pişman olması beklendi ancak Melkor bir kez kötülük tohumlarını ekmişti Ardaya. Sonra bitti ilk çağ ve Orta Dünya hikayesi başladı Elflerin erdemi ve becerisi ve ardından isyanıyla. Melkor ve onun
Maiar'ı Sauron ekmişti kötülük tohumlarını Elflerin içine.

Feanor vardı Elflerin en güçlüsü, en beceriklisi. Üç tane Silmaril yaratmıştı Ardayı aydınlatan. Silmariller çalınınca başladı Elf isyanları ve Orta Dünyaya sürgünler ve ölümler...

Ainur Sonradan doğanlar olarak insanları tasarlamıştı bir de. Onların gelişi Elf soyunun bitişine denk gelecekti.
İnsanlar geldi, Elfler onları sevdi ve korudu ve birlikte savaştılar uzun yıllar boyunca. Elfler ölümsüzlükle lanetlenmiş, insanlar ölümle ödüllendirilmişti belki de. İnsan soyunda da Elf soyunda da iyiler ve kötüler oldu.
Melkor ve Sauronun kötülük tohumları ekilmişti bir kere.

Yüzyıllar ve bin yıllar geçti. Değişim ve savaşlar gerçekleşti. Silmariller ve Melkor sorunları çözüldü, Sauronun güç yüzükleri geldi üçüncü çağda. O da zaten bildik büyük hikaye...

Silmarillion, Tolkein'in bütün o romanlarının temellendirildiği evreni ve onun hikayesini anlatıyor. Güç Yüzükleri tüm bu örüntü içinde öyle küçük bir yer kaplıyor ki... Keşke diyor insan Tolkein ölmeseydi
ve sonsuza kadar bize o dünyadan bahsetseydi...

Yüzüklerin Efendisi'nde tanıdığımız bütün karakterlerin yaratılışı ve aile geçmişleri ve kim oldukları ve neden değerli oldukları da anlatılıyor kitapta. Hatırladığım, kitapta ufak bir yerde adı geçen Galadriel var mesela, ya da Yarı Elf Elrond'un doğumu ve geçmişindeki o büyük hikaye... Aragorn'un kim olduğu ve hatta Beş büyücüden Sauron ve Gandalf'ın hikayeleri. Gandalf ve Galadriel arasındaki tanışıklık ve Gandalf'ın
Maiar'dan sadece biri olduğu...

Silmarillion'da sanırım en köklü hikayelerden biri de Beren ile Luthien'e dair olandı. İnsan kralın oğlu Beren ve Elf kralın kızı ve "gelmiş geçmiş en güzel olan" Luthien'in hikayesi.. Beren'in Luthien uğruna ölüme gidip gelişi
ve Luthien'in onu hiç bir zaman ve sebeple yalnız bırakmayışı.. Bir de onlara destek olan ilk doğanlarla yaratılmış, ilk çağlardan beri gözü gören kulağı duyan ve ölmeden üç kez dile geleceği tasarlanmış eşsiz köpek Huan elbette...

Daha anlatacak öyle çok hikaye var ki kitapta, bilmem daha kaç kez okumak gerekecek.. Silmarillion için baş ucu kitabı diyenler var, efsane diyenler var, kutsal diyenler var.. Ben ne desem bilemedim ama defalarca okunası, okudukça çoğalan bir kitap Silmarillion. Issız bir adada kalsam yanımda isterim kendilerini, üzerine düşünecek ve düşündükçe çoğalacak o kadar hikaye var ki içinde... İyi ki oğul Tolkein babasının mirasını toparlayıp bize sunmuş, olmasa eksik kalırdı sanki Arda...

Ve evet, tavsiye mi demiştiniz, 800 sayfa ve inanın ben en az ikinciyi okumaya kararlıyım, siz değerlendirin işte.