![]() |
Çeviri: Ümit Tosun |
Yaşlı bir teyze olduğumda zikretmeyi beklediğim sözlerdi kendileri. Lakin yaş ilerledikçe yaşlanmadığımı hissetsem de söylediğimi gördüm ve ben de o dünyanın bir parçası oldum :)
Cesur yeni bir dünya. Özellikle şu sıralar yaşanmış ve yaşanmakta olan -adına kısaca 'gezi olayları' dediğimiz- süreçte yepyeni bir dünyaya açtım gözlerimi çünkü. 31 Mayıs sabahı Taksim Gezi Parkında kesilmesi planlanan ağaçlar kesilmesin diye, orada kamp kuran güzel insanlara büyük bir saldırı gerçekleşince..
O güzel insanlara uygulanan bu müdahale kısa zamanda yeni dünyanın iletişim ağı 'sosyal medya' aracılığıyla tüm Türkiyeye yayıldı. Tüm Türkiye ayağa kalktı, top yekün bir direniş yaşandı. Özellikle ilk günlerinde
ülke güvenliğini sağlamakla yükümlü kolluk kuvvetleri, güzel insanlara akıl almaz saldırılarda bulundu.
Ağaç isyanı, özgürlük arayışına büründü ve yıllar içinde kısıtlanıp elden giden özgürlük sevdası uğruna yurdumun en güzel insanları sokaklara döküldü. Onlar saldırdıkça direndi, onlar çirkinleştikçe daha da güzelleşti.
Beş can verdi bu güzel insanlar, kim bilir kaç kalıcı yaralanma geçirdi. Özgürlük, eşitlik ve barış
uğruna, doğa adına...
O sabaha kadar böyle bir umut tohumu yoktu. Ben öyle sanıyordum ya da. Kapana kısılmış, yaşama
telaşında, sömürülen, yalnız hisseden insanlardık biz. O sabah tüm dünya değişti. Kocaman güzel bir gelecek belirdi gözlerimde.
Benimle birlikte benim gibi düşünen ve hatta benim gibi düşünmeyen milyonlarca insanın hayatı da değişti o sabah. Aynı düşünmeye gerek yoktu, aynı pencereden bakmıyorduk dünyaya. Lakin baktığımız dünya aynıydı.
Değiştirmek için gücümüz olduğundan habersizdik. Herkes kendi odasının perdesini araladı kendi penceresinden atladı sokağa. Değişti dünya. Belki eski solcuların istediği gibi 'hemen şimdi' olmadı,
olmayacak da belki. Lakin değişim başladı ve nasıl ki sinsice uzun yıllar sürdüyse hapsetmesi bizi,
salıvermesi de zaman alacak elbette. Alsın, beklemeye değer bir UMUT var artık.
Cesur yeni dünya! Benim cesur yeni dünyam :) Artık kitabımıza geçeyim değil mi.. Bilim kurgu
romanlarında kurtuluş gerçekleşmez ya genelde, o yüzden biraz da sıkıldım sanırım kitaba başlarken.
Lakin benim romanımda gerçekleşeceğine inancım sonsuz, çünkü hepimiz insanız ya la!
Kitaptan bahsetmeye başlamadan önce süreçten söz etmek istiyorum biraz.
Bundan bir süre önce Orwell'in 1984'ünü okumuştum. Bilim kurgu camiasının kültlerindendi kendisi. Sonra bir kitapçıda rafları gezerken gördüm 'Cesur Yeni Dünya'yı. Almadan geçemezdim, Cesur yeni bir
dünyaya uyanmıştım bir süre önce ve daha ne olsun, bir kült daha vardı önümde okunmamış.
Aldım ve başlarda çok çok sıkıldım. 1984 gibi bu da bir dünya tasviriyle giriş yapıyordu ve ne yalan söyleyeyim ilk sayfalarda -cehaletimden- "çakma mı olmuş bu ne?" sorusu belirdi zihnimde. Aralıklarla okudum. Okudukça değeri arttı elbette. Sonrasında az biraz araştırıp öğrendim ki 1932'de yazılmış kitap. 1984 yazılmadan 17 yıl önce yani. Yani utandım yani. 1984, Cesur yeni dünya'nın ardıllarındanmış yani. Zaten dedim ya okudukça açıldım, sürüklendim. Keyiflendim. Kızdım da aslında, arada hüzünlendim. Yine olası bir gelecek kurulmuştu karşımda.. Olası ve olmaması gereken bir gelecek tabi.
Şimdi artık Ford Aşkına! başlayayım anlatmaya..
Dünyamız istikrar üzerine kurulmuş. Öyle bir düzen yerleşmiş ki ne yerleştiren kalmış ortada ne yerleştiren varmış aslında. Dünya, kontrollü bir şekilde üretilen insanlardan oluşuyor. Bu insanların yapacakları işe göre seviyeleri ve kapasiteleri belirleniyor. Onlara mutlu olmaktan başka bir alternatif sunulmuyor. Ara sıra sıkılacak olurlarsa da 'soma' denilen bir keyiflik madde istihkakları mevcut. Ne yalan söyleyeyim somayı bir
kez denemek isterdim :)
Aile yok, hatta bu kavramlar ayıp, küfür. O dünyanın bu insanlarının ahlaki değerlerini yazar öyle güzel anlatmış ki, öyle çok saçmalamış ki (kötü anlamda değil) bizim var olan ahlaki değerlerimiz üzerine oturup uzunuzun düşünesi geliyor insanın. Daha önce düşünmediyse tabi :P
Bir de geçişin tümüyle yasak olduğu bazı yerleşim yerleri var elbette. Eksi olmazsa artı neye yarar değil mi.
Orada da Kızılderililer yaşıyor ve diğerlerinin aksine Tanrı inancı (hıristiyanlık elbette) aile, tek eşlilik falan var.
Bizim dünyamızı andırsa da aslında yazar o dünyayı da pek haz duyarak anlatmamış. Onlar da cehalet ve fakirlikten kırılan vahşiler. Sağlıksızlar, çirkinler. Kontrolsüzler. Suç var, ceza yok.
Zaten yazar yıllar sonra bir röportajında iki dünyayı da değil, ikisinin ortasında bir yeri dilerdim diyerek
bu kanımı doğruluyor. Yazar ayrıca bir üçüncü seçenek sunmadığı için de yıllar sonra pişman oluyor. Lakin üçüncü seçenek o ortada buluşulan sözüm ona ideal dünya değil de başka bir şeydi. Şu an ne yazık ki hatırlayamadım. Aklıma gelen bir Komünizm var ama, uyduruyor da olabilirim. En iyisi siz kendiniz sorun google amcaya.
Neyse işte, dünyalar böyle. Kitap bir kaç kişi üzerinden o iki dünyada yaşanan bir takım olayları anlatıyor.
Daha önce söylediğim gibi kitabı okumaktan bıktıracak kadar detaya girmeyeceğim bu yazıda da. Alın okuyun. Daha anlatmadığım çok şey var :)
Son bir söz, yazar İngiliz, dünyayı Amerika'nın ele geçireceğinden emin o yıllarda. 1930lar yani, kitapta
bol bol atıf var bu sebeple. Yaratıcı tanrıları olan Ford adı da size tanıdık gelecektir kanımca.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder