25 Ekim 2013 Cuma

Üç aynalı Kırk Oda - Murathan Mungan

Yıllar evvel "Yüksek Topuklar" kitabıyla tanışmıştım Murathan Munganla. Bir kadını anlatıyordu, bir kadın ve bir kız çocuğunu. Küçük kadın demeli aslında adına. Kadına dair bu kadar doğru yönlü çözümlemeden çok etkilenmiştim açıkçası..

Geçenlerde evde tek başıma otururken. İzleyecek dizi kalmamışken online sitelerde ya da bulamamışken ben, kitap satış sitelerine dalayım dedim. O geldi aklıma, Murathan Mungan. Okumak istedim yeniden, bu kez okumadıklarımdan. Üç Aynalı Kırk Oda ve bir kaç tane daha aslında. Bir kaç şiir kitabı, bir kaç roman listeledim sepete. Ev alacağız demiştik, para harcamayacaktık aslında bir süre. Girdim kart bilgilerini, bir kaç gün sonra elimdeydi kitaplar. Üç aynalı Kırk Oda. Nedense 'ayna'nın a'sını küçük yazıyorum ikidir. İlkinde düzelttimdi ya, bu kez elim varmadı, bir sebebi olmalı :)

Üç hikaye aslında elimdeki, üç büyük roman gibi. Sanırım hikaye ve roman arasındaki farkı asla anlayamayacağım ben, cehaletim baki kalacak okudukça... Okudukça yaralandım bu hikayeleri, okudukça...

Alice Harikalar Diyarında, Aynalı Pastane ve Gece Elbisesi isimli üç hikaye. Her hikayeye teker teker değinmek gerek. Lakin benim içimden geçen kimisine daha çok, kimisine daha az değinmek...

Neyse. İlki en az etkilendiğimdi sanırım. Bilimkurgu ve aşkı birleştiren, hayaller ve gerçeklenenler üzerine, hayata dair elde edilebilecek hiç bir şeyi kalmamış bir kül kedisi hikayesinden hayatın dışına taşan bir aşk ve kavuşamamak öyküsüne... Garipti. Etkileyiciydi ama ben değildi. Aslında okuduklarımın hiç biri ben değildi de, o role en az bürünebildiğimdi.

Sonra ikincisi geldi. Kalabalıklarda kaybolmaya dairdi biraz. Biraz İstanbuldu. Biraz zamandı. Öyle bir kavuşmaydı ki İstanbulla, belki de beni en çok etkileyen de bu oldu. Kadına ve erkeğe dair çok şey vardı. Hüzün ve duygu yoksunluğu biraz. Biraz da yine aşk. Beni en çok etkileyen aynalardan geçilen zamanlar oldu sanırım. İstanbulun her döneminde geçiyordu hikaye. Her döneminde iş yapan bir kadın ve onun yol göstericisi, bir pezevenk. Böyle sınırlamak, böyle söylemek biraz hakaret gibi kaçıyor aslında, adamın yaptığı zamana hükmetmek ve hükmederken insanları mutlu etmekti daha çok. Sonra ben en çok İstanbul olduğumu hissettim bu hikayede. İstanbul olmak istedim. Aynalarda kaybolan bir kadın vardı sonra. Geçmişine, doğduğu zamana, olduğu aynalı pastaneye gitmeye çalışırken hapsolan bir kadın vardı aynada. Bir de ben, İstanbul...

Üçüncüsü de bir kadını anlatıyordu. Erkek bedenine hapsolmuş bir kadın. Daha doğarken kaçmaya çalışmış ve zoraki bir kurtuluşla asla kendisi olamamış... Sonra bir ara bir sihir gerçekleşmiş, adam başka bir bedende İstanbulda uyanmış ve yine İstanbul ya, o bedende ölümü tatmış...

Kayıpların hikayeleri "Üç aynalı Kırk Oda". Zamana ve mekana hükmeden, yokluğu ve yoksunluğu, içindeki kayboluşları anlatan hikayelerin kitabı. Olmak isteyip de olamadıklarını ve pişmanlıklarını anlatan bir üçleme...
Kesinlikle okunmalı bir kitap. Lakin okundukça depresyondan da kaçınmalı, öyle ya, sadece kitap!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder