![]() |
Çeviri: Sumru Ağıryürüyen |
Sahra çölüne uçağı düşen ve burada karşılaştığı bir çocuğu
anlatan romancının efsane kitabı. Şizofrenik izler taşıyan kitaba hayran
olamamak mümkün değil kanımca.
Yıllarca adını duyarak ve merakla geçti zamanım. Küçükken
ufacıkken bir tv kanalında çizgi filmine rastlamıştım, başlarda okudum
sayıyordum kitabı izlediğim için. Ergenlik sırasında okumanın izlemekten ne
kadar da farklı olduğunu kavramaya başlamıştım. Önceliği Martı’ya verdim her on
yedilik gibi. Sonra bir ara da Şeker Portakalı girdi hayatıma. Küçük Prens
zaman zaman hatırladığım ama bir türlü almaya kıyamadığım yerini korudu
yıllarca. Son on yıl içinde de birkaç hamlem oldu lakin tesadüf bu ya, her
almaya karar verişimde “taze bitti”lerle karşılaştım.
Ha unutmadan bir de dayım var benim. O önermişti yıllar
evvel, hala “hayran olduğum adamlar” kadrosunda yerini koruyorken. Sonra bir
gün alıverdim eşimin hayret eder bakışları arasında. Okudum bir çırpıda. Evet,
izlemekten çok başkaydı yıllar sonra.
Yazarın hayal gücüne hayran kalmamak mümkün değil, hele de -bir
dönem de olsa- savaş pilotu olduğunu ve ölümün ellerinden öptüğünü düşünürsek..
Yo bu kadar kısır değil tabi ki bakışım, 1920lerde posta pilotu olarak hayatı
gök yüzünde geçmiş yazarın. İkinci dünya savaşı sırasında da kaybolmuş uçağı.
Büyük kayıp…
Hikayeye gelince, ilk yazıldığında 1000 sayfa kadarmış diye
okudum bir yerden. Yazar gereksiz her şeyi eksilterek gün be gün biraz daha
kısaltmış hikayeyi ta ki atılacak hiçbir şey kalmayıncaya kadar. Kim bilir
belki yaşasa daha da kısalacaktı. Ya da resimli anlatımlar kaybolacaktı, artacaktı.. Bir şeyler muhakkak farklılaşacaktı, olmadı.
Hikaye demiştim… Bir küçük prensle karşılaşır yazar, ve
başlar prens anlatmaya yalnızlıktan. Asteroid B-612’de yaşamaktadır küçük, bir
çiçeği vardır kibirli ve güzel ve narin. Onu yapayalnız bırakıp seyahate başlar
gezegen gezegen. Öyle yerlerden geçer ki, zaman öyle bir biter ki, heyecanla
bir sonraki gezegende karşılaşacağı karakteri beklemeye başlarsınız okurken.
Beni son zamanlarda en çok etkileyen fenerci oldu, Berkin’den sonra. Kadıköyde
Berkin’i arayan fenerciyi gördükçe o geliyor aklıma, bir hüzün kaplıyor içimi.
Demişlerdi zaten Berkin’e Küçük Prens diye, fenerci onu arıyor, benim içim
dağlanıyor. …..
Hüzün yakışmadı şimdi, özür dilerim. Silemeyecek kadar da
dürüst kalacağım yazdıklarımı, affedin.
Prensimizin bir bakıyorsunuz bir kralın tek başına olduğu krallığında tek
kişilik halk oluyor, bir bakıyorsunuz yalnız bir sarhoşun unutmayı unutmak için içişine şahit oluyor,
bir muhasebeci buluyor ya da bir fenerci. Küçük prens, ikinci dünya savaşında adı
geçen bütün ülkeleri temsil eden gezegenlerde biraz zaman geçiriyor da
diyebiliriz sanırım.
Sonra Prensimiz, bizim pilota sevgiyi, sadakati ve dostluğu
öğretiyor. Kibirli çiçeği kırmızı güle olan sevgisini bir tilkiden öğreniyor,
sonra bir yılan onu gezegenine geri gönderiyor. Gerçekte olan geri dönebildiği
mi, çiçeğini keçi mi yedi, yoksa küçük minnacık prens ölüp gitti mi pilotun
kollarında? Her şeyi söylemek mümkün. Her gün, her şeyi söylemek mümkün. Bugün
yerine ve çiçeğine sağ salim ulaştığını var sayıyorum, yarın belki başka bir
son tasarlarım, bilmiyorum..