Olağan gibi görünen bir fantastik eser Puslu Kıtalar Atlası.
Doğum günüm için gelen hediyelerimden biriydi kendileri. Hiç okumamıştım İhsan
Oktay Anar. Cehalet işte, pek de durmadım üzerinde. Hatta alan arkadaş çok
hevesliydi, tanışmanı istiyorum demişti bu adamla. Heyecanlanmıştım önce, sonra
sıraya koyup unutmuştum başucumda. O
kadar yoğun okuyordum ki o dönemde, seri tüketime geçmiş gibiydim...
Sonra başladım; “ooo iyiymiş. Mistik demek. Hımmm. Uzun
İhsan Efendi. Felsefe de varmış. Hımmm.. Eee, sonra?” gibi saçma sapan
yorumlarla takılıyordum. Çok da fazla bir şey anlamıyordum galiba. Bu arada İstanbul’un
eski versiyonlarından birisi vardı arka planda, o kadar çok eski İstanbul var
ki hangisini daha çok sevem bilemem J Şimdiye kadar fazlaca fantastik ya da bilim
kurgu türünde yabancı yazar okudum ya, duyarsızlaşmışım galiba biraz da,
İstanbul’u okumak bile uyandırmadı beni. Yazarı unuttum, o dünyaca ünlü
kültlerden birini okur gibi davrandım bir süre sonra.
Bir düşün içinde bir adam Uzun İhsan Efendi, kimseler ona
inanmasa da bir hayatı gerçek kılan. Tüm dünya ve insanları oğul ve savaşçılar,
sokaktaki dilenci ve havadaki kuşu düşünmese İhsan Efendi… Beni hayal etmese
biri bir yerde ya da ben düşlemesem bu gerçekliği? Var olmak nedir ki aslında sonunda…
Bir kitap geçer eline Uzun İhsan Efendi’nin. Rendekar var
oluş ve düşlerle ilgili pek ilginç fikirler dökmüştür sayfalara. Uzun İhsan
Efendi düşündüğü için kendi varlığını kanıtlayabilmektedir ya, başkalarını
kanıtlayamamaktadır sonunda. Bir atlas hayali de vardır Efendinin. Atlasını
gezerek oluşturamayacağından, düşlerine sorarak çizmeye başlar. Puslu Kıtalar
Atlası der adına. Oğlu Bünyamin’i uzaklara lağımcılığa gönderirken tutuşturur
oğulun eline. Dileği kendi macerasına çıkmasıdır oğlunun.
Bir de Efrasiyab denen Alibaz var Konstantiniye’de, Uzun İhsan Efendiyi babası sayan. Yeniçeriler
basıp da talan edince Efendinin hanesini, intikam yemini eden. Beyaz kumaş
üzerine kırmızı bir çocuk elinden bayrak yapar, çocuklardan oluşan çetesiyle
etrafı kasıp kavurur Efrasiyab.. Benim
favori karakterim de kendisidir kitaptan.
Bünyamin’in macerası da ayrı bir romandır aslında
lağımcılıkta. Kıyametin son alameti olan Mehdinin gelişini gösteren bir ayna,
kıyametten kaçmak için zamanda geriye gitmeyi tasarlayan bir Ebrehe. Bir siyah
para boşluktan üremiş.
Neresinden tutsan anlatılır gibi değil öyle kısaca. Uzun uzun
okumak lazım bir kere daha. (Bu arada cümlelere çok fazla kafiye sıkışmaya
başladı. Dönüp dönüp düzeltir oldum. Ne ola ki bugünkü dilin sebebi?)
Ha unutmadan, bir arkadaşla konuşurken “İhsan Oktay Anar hiç
okumadım, yorum yapamam ama…” diye başlayan bir cümlenin ardından “e orda Puslu Kıtalar
Atlası var ya” diye rafın birindeki kitap yığınını göstermesi vesile oldu benim evimde, bu yazıyı yazmama.
Hatta utanmadan –öyle derin unutmuşum ki kitabın yazarını ve kitabı hatta-
şöyle devam ettim konuşmaya, “ha, o mu, okumadım galiba..” Sonra akşam bitti.
Neymiş bu kitap ya diye aldım elime ve ne alayım… Bir anda her yanımı sardı hikaye,
bir anda ben oldum sanki Puslu Kıta ve kıyaslamalar geldi, cümleler geldi,
rüyalar geldi. Ben düşündüğüm için mi vardı dünya, biri düşündüğü için mi var
oldum ben?
Bir kez daha okumalı bu kitabı, şimdi daha bi çekti canım.
Bu kez anlayabilecek miyim emin olmasam da o anlaşılmayanın arasında kalan
kırıntılar bile bi garip tat bırakıyor insanın fikrinde. Bu kez hatırlayabilecek miyim acaba?
Unutmamak için yazıyorum ya işte buraya da J
Tavsiye: Absolutely maaaan!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder