Yıllar evvel, bir dersanede bilgisayar öğretirken, üniversitede okuyan bir öğrencim vermişti bu kitabı bana. Hala sebebini merak ederim lakin 'Kadın Pinhan' siz olmalısınız demişti. Garipti. Hatta bir anı anlatmıştı kitaptan, "Kadın dimdik uçurumun dibinde duruyor ve rüzgar esiyor,saçları savruluyor, işte o sahnede gözlerimde siz canlanıyorsunuz." Oysa Pinhan kıvır kıvır kızıl saçlarıyla tam zıttı gibiydi benim aynada gördüğüm simsiyah saçlı kadının.. Yıllar sonra bir kitapçıda görüp satın aldım kitabı, tekrar okudum, aynı heyecanla. Şimdi biraz anlıyorum galiba neden benzettiğini. Benzettiği saçları değildi elbette, çift başlılığı da değildi tabi :)
Adını bilmeyen bir çocuktu Pinhan. Dürri Baba tekkesine verilmiş küçük bir oğlan. Heyecanlı, neşeli görünen, tekkedekilerin maskotu olmuş.. Her hikayesi olanın peşinde, hikayesi olmayan bir sabi..
Geceleri kıvranarak uyanan, Dürri Babadan aldığı ismi tanımayan, bilmediği hikayesini içinde taşıyan.. İki başlı bir can bu Pinhan. Hem kadın olan, hem erkek yaşayan..
Yazar, ilk romanı olduğu halde, kendi diline yabancı yaşadığı halde, okuyanı alıp eski zamanlara, Türkçenin bambaşka kullanıldığı şiir gibi hayatlara çekebiliyor bu kitapta. Aldığı Mevlana Büyük ödülünü fazlasıyla hak ediyor kanımca..
Tekkeler zamanında yaşıyor Pinhan, Dürri Baba Tekkesi diğerlerinden bambaşka, herkesin bir hikayesi var burada. Her hikaye hüzünlü.. Pinhan bir gün kendi hikayesini bulmaya çıkıyor yola. İstanbula varıyor. Kendisi gibi iki başlı bir mahalle buluyor.
Eski adı Akrep Arif, yeni adı Nakşı Nigar olan bu mahalle, Arif ve Nigar arasında paylaşılamıyor. Hangisine yanaşırsa mahalleli, diğeri kıtlık ve felaket ve kavga getiriyor. Yaşlılar iki arada kalmış, aranıp taranıyor hiç bir çözüm bulamıyor.. Küçük bir çocuk Nevres, mahalleye felaketi getiriyor. İkiliklerle dolu mahalle, ne Ariften geçelim, ne Nigarı silelim, ikisini bir arada sahiplenelim ki kızmasınlar, büyüleri felaketimiz olmasın ölülerin diye diye çaresiz kalıyorlar.. Dört yaşlı, mahallenin dört kapısından esen dört rüzgarı görüyor, canlarını ortaya koyuyor..
Oğlan çocuğu Pinhan ise Karanfil Yorgaki adında cılız mı cılız, sarı mı sarı, narin mi narin bir oğlana vuruluyor. Bu çift başlı bedenle nasıl kavuşsun sevdiğine, yaşlıların oralara yolu düşüyor. Yaşlılar hemen tanıyor Pinhan'ı, hemen dertlerini anlatıyor. Sen diyorlar iki başlılığınla bir seçim yapacaksın, mahallenin seçimi olacak bu . Felaketler bitecek sen, seçiminle gideceksin. Kabul ediyor Pinhan ölümü.
Bir ayin başlıyor, Pinhan uyandığında güzel mi güzel bir kadın kılığında, ruhu huzurlu.. Kızıl saçları, bembeyaz teni.. Kabusları bitiyor Pinhan'ın. Ölümüyse yaklaşıyor. Karanfil Yorgakiye göstermiyor kendini, Dürri Baba Tekkesine gidiyor. Gidiyor ki Tekke yok yerinde. Alavereler dönmüş, Tekke yıkılmış, Tekkedaşlar dağılmış.
Gidiyor, Tekkeden ayrılırken gördüğü ve taşındaki yazıları okuyup paramparça olduğu bir mezarın başında Kadın başıyla kapatıyor gözlerini.. Yorgaki geliyor, o gördüğü mezarı yapıyor Pinhan'a, Taşına ağıdını yazıyor... Pinhan, o Tekkeden ayrılırken gördüğü mezarda yatıyor..
İşte böyle.. Yazarken yine tüylerim ürperdi, galiba hala anlayamadım o kızcağızın beni Pinhan'a neden benzettiğini. Bu benzetme iki kat ürpertiyor tüylerimi..
Sizin yorumlarınızı okuyunca insanın kitap okuyası geliyor Filiz hanım.Bu ne güzel bir uslup, ne güzel bir anlatım.Teşekkürler bu şairane tanıtımlar için.Takipçinizim.
YanıtlaSilÇok naziksiniz Deniz hanım.. Beni çok mutlu ettiniz. Biz de ailece sizin blogunuzdaki tariflerin takipçisiyiz. Lütfen devam edin, çok sempatik bir blog..
YanıtlaSil