16 Ağustos 2011 Salı

Körlük - Jose Saramago

Çeviri: Aykut Derman
Bu kitabı okuyalı uzun bir zaman oluyor aslında. Lakin, gerçekten etkilendiğim kitaplardan birisidir kendileri. 

Burada körlük, modern insanın, o içindeki gizli zindanda hapis tuttuğu malum vahşi hayvanı ortaya çıkartan bir tek dokunuş aslında. Hatta körlük, halihazırda yaşadığımız dünyayı betimliyor, ne zindanı. Biz böyleyiz, bunlar yaşandı, yaşanmakta ve yaşanacak da...

Bir adamın kör olmasıyla başlayan hikaye, onunla temas kuran herkesin körlüğüyle devam ediyor. Modern insan, sebebini bulamadığı bu salgının korkusuyla hareket ediyor ve şu 'insan hakları' söylemini rafa kaldırıp kör olan herkesi tecrit ediyor. Bu tecrit esnasında yaşananlar içler acısı, hayvanlar bile bizim kadar iğrençleşemez çünkü bizde vahşet akılla birleşiyor ne yazık ki.. 

Hani çoğumuz der ya, özümüze dönelim diye.. Kuralları, sistemi, nezaketi bir kenara bırakalım ve evrim öncesi halimize dönelim diye.. Biz insan-hayvan için artık çok geç diyor Saramago. Elimizden bir tek yetimiz alınıyor ve kaos başlıyor..

İlk iş, ötekileştirme başlıyor. Ötekiler ve berikiler kendi aralarında anlaşabilse ne ala.. O da olmuyor, biri diğerinden korkmaya başlıyor, güçlü olanlar etraflarına çakallarını toplayıp içgüdüsel bir çeteleşmeye gidiyor.. Bu çeteler zayıfları ezerken, zayıflar da kendi aralarındaki güçsüzleri seçip, onların sırtından kendilerini kurtarma telaşına düşüyor. Yani dünya bir akvaryum ve büyük balık, küçüğü göz göre göre çiğniyor lakin yutmadan tükürüyor. Tanıdık geldi mi size de?

Kadın ve erkeğe dair de çok şey anlatıyor kitap. Normal hayatta kadınlarını korumak için onlara eziyeti reva gören yağız delikanlılarımız, yemek kaynağı kötü adamların eline geçip de, satın almaya para ve değerli eşyaları yetmeyince düşünmeye başlıyor. Dövüşerek almaya güçlerinin yetmeyeceğinden eminler ve daha da beteri, kötü-körler kadın istiyor yemek karşılığında. Hadi bir düşünün bakalım, ne yapardınız bu durumda? Erkek olsanız ne yapardınız, kadın olsanız ne? Ben bilmiyorum, doğrusu öyle bir durumla karşılaşmadıkça da bilemeyeceğim. Kafalardan geçenleri duyar gibiyim aslında, yok canım ben kadınımı göndermem, gerekirse ölürüm diyor er kişilerimiz, kadınlar da ölürüm de gitmem diyor olmalı..

O iş öyle olmuyor işte. İyi-körlerimiz bir süre açlığa dayanmaya çalışıyor, sinirler bozuluyor. Dövüşelim diyenler oluyor, güçsüzlükleri ve aç kaldıkça güçsüzleşmeye devam ettikleri gerçeğiyle yüzleştirilip sindiriliyorlar. Kadınların cevabına bakmaya başlıyor iyi-körlerimiz. Hiç biri ‘yapın’ diyemiyor lakin, küçük Emrah bakışlarını dikiyorlar kadınlara.. Kadınlar, kendi seçimlerini yapıyor ve gidiyoruz diyorlar. Bir annenin çocuğu için yapacağı gibi, kendilerini feda ediyorlar. Bunların arasında birbirini ve hiç kimseyi tanımayanlar da var, eşler de.. 

İyi-zayıf-körlerin bulundukları karantina koğuşlarından her gün birkaç kadın birleşiyor ve kötülere gidiyor. Aklınıza gelmeyecek tecavüzler yaşanıyor. Gelirken de ancak yaşamalarına yetecek kadar yemekle dönüyorlar. Bütün yemek paylaşılıyor zavallılar arasında..

Bir gün bir kadın ölüyor tecavüz sırasında ve kadınlar artık isyana karar veriyor. Er kişilerse düzenin bozulmamasından yana kullanıyorlar oylarını. Ancak bir kadın (Daha önce söz etmeliydim, kocası kör olunca ‘ben de oldum’ diyerek kocasıyla karantinaya gidiyor ve gözleri hiç kapanmıyor bu kadının. Hikayenin kahramanı da bu hanımefendi oluyor. Hatta kocasının karantinada kendisini aldattığını gözleriyle görüyor da onu, aldattığı kadını ve koğuştaki diğer zavallıları yalnız bırakmıyor. Belki de bu insanüstü iyilik onu koruyor körlükten) kötü-körlerin liderini öldürüp intikam alıyor. Hatta bir yangın çıkartıp, karantina bölgesinden kaçmalarını sağlıyor.

Dışarı çıktıklarında, dünyayı ve insanları en aklı kıt hayvandan bile daha aciz bir sefalet içinde buluyorlar. Herkes kör artık ve güvenli hiç bir yer yok gibi. Kahramanımız ve saygıdeğer kocası, evlerinde misafir ediyor koğuş arkadaşlarını. Bir süre evlerinde refah içinde yaşıyorlar ve bir gün, o ilk kör olan adam görmeye başlıyor belirlenemeyen bir şekilde. Dünya yeniden ‘normal’e dönüyor…

Üzerine konuşulacak öyle çok şey var ki aslında..
Bu arada bu kitabın filmi de çıktı (geçtiğimiz yıldı sanırım). Afiş tam da kafamda canlandırdığım bir sahneye öyle oturmuştu ki.. Hemen izledim. Genelde kitaptan uyarlama filmleri beğenmeyiz ya, ben çok beğendim. Elbette atlanmış eksik gedik bir şeyler oluyor, o kadar kusur da olacak tabii. Lakin, Saramago ne anlattıysa, yönetmen çekmiş. Ya da hayal güçlerimiz birbirine çok yakınmış ki, sahneler kafamdakilerle neredeyse aynıydı..

Sözün özü, kitabı okuyun, düşünün. Unutmaya yüz tuttuğunuzda bir de film çakın üstüne. Mis.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder