Bir ada hikayesi serisinin ikinci kitabı Karıncanın Su İçtiği. Bazen bir yemek yersiniz de tadı kalır damağınızda ama içinde hangi malzemeler olduğunu bilmezsiniz ya.. Yıllar sonra o yemeği her hatırladığınızda, aynı tad, aynı duygu olur ya hani.. İşte öyle bir kitap bu da.
Mübadeleyle gelenler, Anadolu'da açlık ve kıyımdan kaçanlar.. Birbirine yabancı bir kalabalığın beraber kurmaya başladığı hayatı anlatıyor bu kitap.Nasıl da aynı toprakların çocukları olduklarını anlatıyor. Bazen can yakıyor bu kitap bazen umut saçıyor.
Hasretin kitabı bu. Kayıp sevdiklerini bekleyenlerin kitabı. Bazen bir ana, oğlunu bekleyen.. Bazen bir genç kız, sevgilisini özleyen.. Bazen bir oğul, babasını gözleyen.. Bazen bir yaşlı adam toprağına hasret. Bazen de bir genç adam karısını yitiren. Hasretin ve acının kitabı bu Karıncanın su içtiği.
Aynı zamanda da yeniden doğuşun kitabı. Yeşeren hayatın, filizlenen tohumların yaban diyarlarda.. Kendi evinden uzakta yeni bir ev kurmaya çalışanların kitabı bu. Gurbet nere, sıla nere bilmeyenlerin kitabı..
Öyle bir kitap ki bu o adada yaranızı sararken buluyorsunuz kendinizi.. Denizi kokladığınızı düşündüğünüz gibi, esen rüzgarın yanağınızda gezinmesini duyduğunuz gibi. "Deniz öyle bir dugundu ki karıncalar su içerdi, bir tek dalga peydah olsa, alır götürürdü herbirini" Ağaçlar öyle güzeldi ki, göç mevsimi kuşlar uğramadan edemezdi adaya. Cennet bahçelerinden bir müzik yayılırdı, ahenkle ve müthiş bir renk cümbüşüyle dans ederlerdi havada.. Öyle güzeldi ki evleri gidenlerin, öyle güzel bahçeler yetişmiş, öyle güzel çiçekler terk edilmişti ki, giderken canlarını burada bırakmış olmalılardı.. Onlar da sökülüp atılmış zavallılardı..
İşte böyle bir cennet bahçesinde yaralarını sarmaya çalışan halkların öyküsü bu 'Karıncanın Su İçtiği'. Yıllar sonra tadı damağınızda kalacak bir ziyafet gibi..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder